Enstantaneler Mezarlığı

Enstantaneler Mezarlığı

Fotoğrafları sıradışı yapan olgu, deklanşöre yapılan dokunuşun ardından açılıp kapanan perdenin bir anlığına da olsa hayat tiyatrosundan bir kesiti sonsuza dek saklamanızı sağlamasıdır. Geçmişten beri korktuğumuz en güçlü olguya -zamana- direnebilene karşı duyduğumuz büyük sempati, fotoğrafları hayatlarımızın vazgeçilmez bir öğesi haline getirdi.

Fotoğraflar ilk ortaya çıktıklarında silik, siyah-beyaz ve kolaylıkla bozulabilen gümüş nitrat kaplı plakalardan ibaretti. Zaman geçtikce renkleri de hapsetmeyi öğrendik. Sonra kağıtlardan dijital ortama aktardık. Fotoğraf çekip durduk. Her şeyin, her yerin fotoğrafını çektik. Anılar eskisi kadar çekici değildi. Artık o anı yaşamaktan ziyade fotoğrafını çekmeyi arzular olduk. Çünkü anı yaşamaktan ziyade onu saklamak ilgimizi çekiyordu.

-Everest’e tırmandım. +Ne kadar güzel, peki ya fotoğrafın var mı ?

Sonunda birbirimize kolayca inanıp güvenmemize gerek yoktu. Ne kadar ayrıntılı anlatılırsa anlatılsın, fotoğraf yoksa gerçek değildi. Amacı değişti fotoğrafın. Zamana direnmesinden öte, fotoğraf o anın yaşandığını kanıtlar bir araç oldu. Efsanelerin sonunu getirdi. Mucizeler artık fotoğrafı yok ise kurmaca oldu. Devler, cinler gerçekliğini yitirdi bir süreliğine.Tabi ki insanlar duyguları taklit ettikleri gibi fotoğrafların da taklitlerini yaratmaya başladılar. Bu herşeyi değiştirdi. Ufolar, uzaylılar, dirilen insanlar… Hepsinin fotoğrafları ortaya çıktı. Bazı siyasi ve dini masallar da bundan faydalandı tabi ki. Fotoğraf artık güçlü bir silah oldu.

Gezginler ve önemli kişiler bunu kendilerini güvenilir kılmakta kullandılar. Medya doğdu. Öncesinde sadece yazılı olan pek de güvenilir olmayan çizimlerden mütevellit haber araçları, gazeteler fotoğraf taşımaya başladılar. Güzel hazırlanmış bir kare ve etkileyici bir yazı propagandaların etkisini gittikçe arttırdı. Savaş alanlarından gelen masum kareler, Hitler’i melek gibi gösteren propaganda fotoğrafları, Amerikan askerlerinin sivil halkı kurtarması, siyasetçilerin halka yardım etmesi… Yalanlar artık daha güçlüydü. Medyayı doğru kontrol edebilen; halkları, toplulukları kontrol etti. Bunun yanında tarihte her zaman olduğu gibi “gizli gerçekler, beklenmedik zamanda ortaya çıkma huylarını” koruyorlardı. Sahte fotoğrafları gerçeğinden ayırmanın yollarını keşfettik. Böylece bazen koskoca bir savaşın acı yönünü de gösterdi. Napalm ile yanmış küçük bedeni, neden sorusunu bile sormaya kalmadan acı içinde kıvranırken sadece ağlayan Vietnamlı kızın fotoğrafı, sonuna kadar sömürülen Afrika topraklarındaki ölmesini bekleyen Akbabaların başını sardığı, bir deri bir kemik kalmış çocuğun fotoğrafı, halkların unuttuğu acı dolu hayata; toz pembe hayatlarını yaşadıkları betonarme sığınaklarından açılan bir pencere oldu.

Zaman geçti. Enstantanelere hapsolan anılar, artık ulaşılabilir olduklarında unutuldular. Fotoğrafların ömrü azaldı. Artık fiziksel olarak yıpranmasalar bile duygusal olarak tüketmeye başladık onları. Bir kez baktıktan sonra ittik mezarlığa. Bu teknolojinin suçu değildi aslında. Duyguları maymun iştahı ile tüketmemizin eseriydi. Geride bir enstantaneler mezarlığı bıraktık. Özünde duyguların gömülü olduğu bir mezarlıktı bu. Ziyaret ettik elbette vakit vakit. Ama sadece tekrar etmemek içindi bu ziyaretler. Daha güzel olmalıydı yenileri. Daha duygusal, daha özel olmalıydı. Belki değiştirirdi bu onların kaderini. Lakin insanlar, fotoğrafların beraberinde duyguları da taşıdıklarını fark edemediler. Daha iyisini arzularken unuttular duyguların enstantanelere sıkışmış gölgelerini. Hapsedilen aşkları ve umutları. İşte bu sonunu getirdi fotoğrafların. Duygusuz birer boş zindana döndü enstantaneler. İçinde yoktu acı veya umutla bağıran esir duygular. Prangalar bazen korur mahkumları. Zaman idam etmeden önce koruduğu gibi fotoğrafların duygularını.

Kaybolduğumuz enstantanelerin arasında aramamalıyız anılarımızı artık. Fotoğraflar var olmalı elbette. Bilakis hep var olmalılar ki görebilelim anıları. Ancak sadece ‘öylesine’ çekilmemeliler. Birşeyler anlatmalılar ki bize , defalarca baksak bile uyandırmalı içimizde her seferinde yeni hisler. Haraket etmese bile haraketlendirmeli içimizdekileri. Özel olmalı enstantaneler. Özel kalmalı fotoğraflar.