Nabız
Nabız
Damarlarımda dolaşan hücre ve kimyasal kokeyli , kan pompalamak üzerine özelleşmiş bir kas ve sinir bütünü tarafından venlerime pompalandığında , damar içi basıncın anlık yükselmesi sonucu bir geri dönüş olarak ortaya çıkan şeydi nabız. Ne derler bilirsiniz , “nabzın attıkça hâlâ umut vardır.”
Hızlıca akıp giden zaman , kalan ömrümün azaldığı gerçeği ile beraber daha stress verici oldu. Geceler ve gündüzler. Birbiri ardından koşan av ve avcı gibi aralarındaki gizli anlaşmayı korumaya çalışırken , hissetiğim tek şey , emin olduğum tek şey nabzımdı. Duygular , korkular , sevgi ve nefret. Hepsi nabzımda gizliydi aslında. Kanımın her katresi , sanki hazanda ölüm uykusuna yatmış ağaçların son ana kadar dallarından ayrılmayan kızıl yapraklar gibi direniyordu ruhumun terk-i diyar eylemeyi arzulayan son rüzgarlarına. Sanki bir külfet o yapraklar bu ağaca. Bıraksalar da özgürce kurusa ve karışsa toprağa bu kuru dallar ve gövde. Arada yağan yağmurlar umut veriyor olmalı onlara. Hem yavaş yavaş zarar veriyor yapraklara , hem de besliyor toprağı ve ağacı. İstemsizce arzuluyorum bende içten içe yağmurları ama biliyorum ki dinmeyen bir yağmur kuruttu bu ağacı. Önce çevirdi bataklığa toprağı. Açığa çıkardı toprak altında kalması gereken kökleri , gizleri. Sonra ilk güneşte çekti gitti gömmeden unutulması gerekenleri. Öylece çölde aradı kökler suyu ve yağmuru. Sonu oldu bu arayış.
Bir ormanda olsaydı belki , haberi olurdu önceden olacaklardan. Ancak hür olamayacaktı diğerlerinden. Yağan yağmur herkesi ıslatıcaktı. Kökler diğer ağaçların kökleri ile sınırlı kalacaktı. Çıkamayacaktı uzaktan kardeşçe gözüken , yaşayanlar için hasım tarlası olan ormandan…
Hava durumu doğrudan insanın ruh haline etki eder. Bilirsiniz , aydınlık ve sıcak bir gün mutluluk getirir insana. Ancak siyah olan siyah kalır. En aydınlık günün, anlık karanlığı bile yeterliydi benim için. Mevsimlerin uzun sürmesi bu yüzden rahatsız edici. Çünkü monotonluğun doğurduğu kaotik olağanlık , istemsiz çıkış yolu aramaya zorluyor. Olduğun yere çakılı olduğun halde…
Bir yol vardı.Sahip olduğu herşeyi kaybeden , cayır cayır yanarken bütün renklere bürünmüş , olgunlaşan yıldızların ulaştıkları evre .En sıcak ve göz alıcı oldukları an. Tanrının renk paletini bile zorlayacak derecede renkli ,son derece parlak bulutsular oluşturduktan sonra, içlerindeki sonsuz boşluğu doldurmak için karadeliklere dönüşmeden önceki evre. Ama gidemezdim o yoldan. Zira tüketmemiştim herşeyimi. Hala dokunulmamış duygular ve renkler vardı bilinenlerin arta kalanlarının yarattığı keşmekeşligin gölgeli dehlizlerinde.Şimdi anlıyorum bu devam eden nabzın sebebini. Yanmalıydım çıkmak için. Aydınlatmak için o gölgeleri…
Damarlarım yanıyor ve bedenim donuyor , batıyor milyon tane buzdan yapılmış iğne gibi damarlarım tenime.Öldüm ve soluğum durdu ama nabzım hâlâ atıyor.